ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ

Niyet Hayır Akıbet Hayır

Hafız Rıza ÇÖLLÜOĞLU

SERT SÖZLERİ GÖNÜLLERİ YUMUŞATAN VAİZ

HAFIZ RIZA ÇÖLLÜOĞLU
 
 
 
 
 
 
 
Hafız Rıza ÇÖLLÜOĞLU  Hocaefendinin Sesinden 
 

Münafikun Suresi 9 ila 11. Ayetler

İsra  Suresi 1 İla 14. Ayetler 

 
 
SERT SÖZLERİ GÖNÜLLERİ YUMUŞATAN VAİZ
 
Doğumu ve Köyünde İlk Öğrenimi
 
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, 1928 yılında Kızılcahamam İlçesi’nin Korkmazlar Köyü’nde dünyaya geldi. Babası Hüseyin Efendi, annesi Zeliha Hanımdır. 6 yaşında iken köyün imam-hatibi Mehmet Karataş’tan Kur’an okumayı öğrendi ve Kur’an’ı Kerim’i hatmetti. 1930’lu yıllar din eğitim ve öğretiminin çok zor şartlar altında verildiği, Arapça ezan okumanın yasak olduğu yıllardı. Bir gün köyde öğrencilerin kalfası durumunda olan İbrahim uzun yüksekçe bir yerde Arapça ezan okuyordu. O sırada bir jandarmanın geldiği görüldü. Ezan okuyan Kalfa, Türkçe-Arapça karışımı bir ezan okudu. Köy imamının dili tutuldu, öğrenciler hocaya bir zarar gelmesin diye pencerelerden kaçtılar. Fakat jandarma olayın üzerine gitmedi, uyarı ile yetindi. Bundan sonra küçük Rıza ve arkadaşları köyün imamından dini dersler alamadılar, ya da çok zor koşullar altında eğitimlerini gizli gizli sürdürdüler.
  
Öğrenim İçin Çamlıdere’ye Gidiş
  
Hafız Rıza Çöllüoğlu, dini öğrenim için Çamlıdere’ye Hafız Halil Okur’a öğrenci olmaya gitti. Bunu kendisi şöyle anlatıyor:
 
- Babam rençberlik yapardı. Fakir bir insandı, fakat çok çalışkandı. Bizkalabalık bir aile idik. Bizi kimseye muhtaç etmedi. Çamlıdere’de “Kel Ahmet” adı ile bilinen bir manifaturacı vardı. İyi bir insandı. Benim Çamlıdere’ye okumak için gitmeme o sebep oldu. Tabii babam da büyük maddi fedakarlık yaparak Çamlıdere’de okumamı sağladı. Bir Cuma günü merkebe çeşitli yiyecekler koyduk, babamla yola çıktık. Çamlıdere’ye vardık. Manifaturacı Kel Ahmet bizi Halil Okur Hoca’ya götürdü. Manifaturacı Kel Ahmet, hocam Halil Okur’a “sana sesi güzel, iyi  bir öğrenci getirdim” dedi. Hafız Halil Okur’da “böyle uçuyorsunuz, kaçıyorsunuz; ama sonu iyi çıkmıyor. Bir hafta deneriz. Eğer yetenek görürsek devam eder, yoksa geri gider” dedi. Ben böylece Halil Okur hocamda eğitime başladım.
 
1939 yılı başı idi. Çamlıdere Nahiye Müdürü ile ilköğretim müfettişi Cevat, Halil Okur Hoca için gizli din eğitimi yapması nedeniyle baskın düzenlemeye karar verirler. O sırada biz 15-20 kadar öğrenci idik. En küçükleri bendim. 12-13 yaşlarındaydım. Hoca Efendi baskını haber almış, Cumanamazını kıldıktan sonra bizi etrafında topladı. Bundan sonra bizleri okutamayacağını söyledi. Cemaat ve öğrencileri hıçkıra hıçkıra ağladık.Öğrenciler köylerine döndüler. Halil Efendi bana oturduğu yerden işaret ederek “sen kal, seni Berçin ortalığına yetiştirip, göndermek için söz verdik. Seni Ziya Efendi (Ziya Tığlıoğlu) gizlice evinde okutsun” dedi. Ben Hafız Ziya Efendi’de hıfza çalışmaya devam ettim. 15 sayfaya kadar geldim. Fakat o yıl bizim ailede bir takım sıkıntılı durumlar olmuş. Babam Çamlıdere’ye geldi ve Hafız Halil Okur’a “bir-iki sene Rıza’yı okutamayacağım, köye götüreceğim” dedi. Hocam Halil Efendi razı olmadı ise debabam beni alıp köye götürdü. Köyde hıfza çalışmayı bırakmadım, çalışmama hız verdim. Her gün 5 sayfa ezberlemek suretiyle1939 yılı sonunda hıfzımı tamamladım. Bizim için çevre köyler halkının katılımı ile hafızlık merasimi yapıldı. O yılın kış mevsiminde Korkmazlar köyünde imamlıkyaptım.
 
 
Rıza Çöllüoğlu köyünde imamlık yaparken, yöre imkânlarından yararlanarak Arapça öğrenmeye de başladı. Bir kış boyunca Yayalar Köyü hatibinde Arapça dersleri aldı.
 
 
 Öğrenim İçin İstanbul’a Gidişi ve İstanbul’da Gördüğü Eğitim
 
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, köyünde hıfzını tamamladıktan ve kısmen Arapça öğrendikten sonra, dini eğitimini daha zengin bir eğitim muhitinde geliştirmek için İstanbul’a gitti. İstanbul’da yoğun bir dini eğitim aldı. Gerek Kur’an okuma teknikleri ve gerekse Arapça eğitiminde o yılların imkanlarına göre üst düzey dini ilimler öğreniminde İstanbul’un imkanlarından geniş çapta yararlandı. İstanbul’a gidişini ve İstanbul’da gördüğü eğitimi de kendisi şöyle anlatıyor;
 
- Köyümde imam iken manifaturacı Yetimin Hüseyin namı ile bilinen biri bana, “evladım sen buradan git. Eğer burada kalırsan güzel sesinle sadece ezan okursun, yazın çift sürersin, hiçbir işe yaramazsın” dedi. Bende “amca ne yapayım” dedim, “İstanbul’a git” dedi. O gece nüfus kağıdımı gizlice evden aldım. Yıl 1946. Ankara’ya geldim. Ahmet Nazif Efendi isimli bir şahıs İstanbul’a benim tren biletimi aldı. Meşakkatli bir yolculuktan sonra İstanbul’a vardım. Güçlükle Nuruosmaniye Camii’ne ulaştım. Hoca Hafız Hasan Akkuş yoktu. Mahmudiye Oteli’nde kalıyorduk. Akkuş Hoca geldi, öğrencilerini caminin kayyumhanesinde okutuyordu. Beni görünce “sen kimsin, niçin geldin buraya” dedi. Ben de “kendim geldim, Kızılcahamam’lıyım” dedim. Akkuş Hoca beni öğrenci olarak kabul etmek istemedi. Cami kubbesi başıma yıkılıverdi. Fakat azimli idim. Köyüme geri dönmeyecektim. Köyde imamlık yaptığım için imamlık tecrübem vardı. “Trakya köylerinde imamlık yaparım, geçimimi sağlarım, İstanbul’da okurum, köyüme asla dönmem” diye düşünüyordum. Ali Osman Atakul hemşehrimiz de bana yardımcı oldu.
 
Arkadaşı ve meslektaşı Hafız Ali Osman Atakul, Rıza Çöllüoğlu’nun İstanbul’a geldiği ilk günlerdeki çok sıkıntılı durumunu şöyle anlatıyor:
 
 - Rıza Hoca İstanbul’a 45 lira ile gelmişti. Otel parası, yeme içme… para kısa zamanda biter diye korktu. Bana “yahu hemşehrim, şu 15 lirayı ben sana vereyim de köye dönmek zorunda kalırsam senden alırım” dedi. Ben de “yahu, biz öldük mü, yol parası benden” dedim. Böyle bir ağalık yaptım.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, İstanbul’daki eğitim hayatını da şöyle anlatıyor:
 
İstanbul’da zor şartlar altında kalmaya devam ettim. Akkuş Hoca’da zamanla beni öğrenciliğe kabul etti. Kur’an’ı Kerim kıraatını Akkuş Hoca’da bitirdim. Tam iki sene de Enderun’lu İsmail Efendi’nin talim derslerine devam ettim. Fatih’den Topkapı’ya her gün gelirdim. Akkuş Hoca’da kıraatı tamamladığım halde “süphaneke” den başladım, iki senede “Fil Suresi”ne gelebildim. Bu arada Reisü’l Kurra Hamdi Efendi’den “CEZERİ” okudum. Cezeriyi ezberledim. Daha sonra ünlü Kurra Hafız Mahmut Kuşçu hoca efendiden Cezeri karışımlı tecvit dersleri aldım. Bu derslere 80 kişi ile başlamıştık. Ancak zaman içinde bir çok öğrenci derslere devam etmediği için derslerin sonunu ancak 4 kişi ile tamamlayabildik. Meşhur hafızlardan Trabzon’lu Haydar Efendi bir ara tedavi için İstanbul’a gelmişti. İstanbul’da kaldığı sürece ondan da “TECVİT ve TASHİH’İ HURUF” dersleri aldım. Beyazıt Camii’nde vazifeli iken hem Arapça okudum, hem de Arapça okumaya gelenlere Arapça okuttum. Daha
sonra müezzinlik görevimi Fatih Camii’ne naklettirdim. Fatih Camii Baş İmamı ve Mushaflar İnceleme Kurulu Başkanı Hafız Ömer AKÖZ’den “IZHAR ve KAFİYE” dersleri okudum. Bu arada Kerkük’lü Abdullah KAZANCI hocadan “FIKIH” dersleri aldım. İstanbul’da bulunduğum sürece görevlerim dışında kalan zamanlarda hep okumakla zamanlarımı değerlendirdim.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu İstanbul’da öğrenci iken, bazı yıllar ramazan aylarında çevre illere ramazan mukabelesi okumak için gitti. 1947 yılı Ramazan ayında hocası Hasan Akkuş’un uygun görmesi üzerine Ankara’ya, Vehbi Koç’un mukabelesini okumak üzere geldi.
 
 
 
 
 
 Ankara’ya Gelişi ve Ankara’da Eğitim Hayatını Sürdürmesi
 
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu 6 yaşında bir çocukken başladığı dini eğitimini, hayatı boyunca sürdürdü. Çamlıdere’de ve İstanbul’da aldığı bilgilerle yetinmedi. Kimilerine göre yeterli görülebilecek ilmi çalışmalarını Ankara’daki görevleri süresince de devam ettirdi. Diyanet İşleri Başkanlığı merkez kuruluşunun bilimsel üst kuruluşlarında görev alan büyük alimlerle yakınlıklar kurdu. Onlardan dini ilimlerde kaynak kitap olarak bilinen kitapları okudu. Çankaya Müftüsü Sadullah Efendi’den Fıkıh’tan MÜLTEKA, Akait’den EMALİ, Şehit Oral hocadan Molla Hüsrev’in USUL’Ü FIKH’ından MİRKAT’ı, Yozgat Müftüsü Hulusi Efendi’den Meani’den TELHİS dersleri aldı. Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu Başkanı büyük alim olan Hasan Fehmi Başoğlu’ndan “Şerh’i Akait” dersi okudu. Aynı kurulun üyesi daha sonra Diyanet İşleri Başkanı olan Hasan Hüsnü Erdem’den İmam-ı Azam’ın “Fıkh’ı Ekber” isimli meşhur eserini okudu. Mustafa RUNYUN hocadan “MANTIK” dersleri aldı. Hafız Rıza Çöllüoğlu, uzun yıllar süren Ankara’daki görev hayatı süresince hem okudu, hem de okuttu. İsteyen din görevlilerine onların seviyelerine göre dersler verdi. O, Hz. Peygamberin “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” Hadis-i şerifine uyan kişilerdendi. Dini ilimlerle uğraşmayı bir zevk haline getirmişti. Onun birinci uğraşısı dini ilimlerde derinleşmekti. İlim öğrenmeyi ikili ilişkilerin ötesine de taşıdı. Kendisi gibi Ankara vaizleri olan Abdullah İşler, Şevket Yardımedici, Kemal Yılmaz ve benzerleri ile kendi evlerinde dini ilimler okuma oturumları oluşturdular. Haftanın belli günlerinde saatler süren bu oturumlarda İslam dini ile ilgili güvenilir kaynak kitaplarını yıllarca okudular ve tartıştılar.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, Ankara Yenimahalle İlçesi’ne bağlı Yuva Köylü, Ankara halkınca “YUVA HATİBİ” olarak bilinen ve mü’min, müttakî bir hoca olarak sevilen Mehmet Ali Bilgin hoca efendi ile de dostluk kurdu. Onun dini ilimlerdeki bilgisinden, dini konulardaki ittikasından yararlandı. Onunla ilgili şunları anlatıyor:
 
- Mehmet Ali Bilgin Hoca’yı en son hastalığından önce bizim Çavuşoğlu Camiinin yakınında gördüm. Hemen eve götürdüm. Hastaydı, neden omzuma alıp da merdiveni çıkarmadım diye hâlâ içim yanar. Hanım güzel çorba yaptı. Oğlum Hüseyin de çocuktu. Çok duasını aldı. Bu görüşmemizden sonra Hoca Efendi bir Berat Kandili gecesinde Yüce Allah’ın rahmetine kavuştu. Çok değerli bir insandı. Allah rahmetini esirgemesin.
 
 
Resmi Görevleri
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, dini hizmet mesleğindeki görevine kendi köyünde köy imam-hatibi olarak başlamıştı. İstanbul’a gidince bir taraftan eğitimini sürdürürken, bir taraftan da İstanbul Müftülüğü’nce açılan müezzinlik imtihanına girdi. İmtihanı birincilikle kazandı. Nuruosmaniye Camiinde görev istedi ve bucamide yaşı kücük olduğu için 6 ay vekil müezzinlik yaptı. Daha sonra 18.07.1946 tarihinde Beyazıt Camii asil müezzinliğine atandı. Bir ara bu görevinden ayrıldı ise de 14.05.1948 tarihinde aynı göreve ikinci kez tayin edildi. Bir süre sonra 29.08.1948 tarihinde Fatih Camii müezzini oldu. Bu camide hem görev yaptı, hem de caminin imamı Ömer Efendi ve Abdullah Kazancı hocadan “SARF-NAHİV ve FIKIH” dersleri okudu.
 
1949 yılı sonunda Ankara’ya geldi. 29.11.1949 tarihinde Kağnıcıoğlu Camii imam-hatipliğine atandı. 1950-1951 yıllarında vatani görevini yaptı. 02.11.1952-15.09.1954 tarihleri arasında Bahçelievler Camii imam-hatibi ve Kur’an kursu öğreticiliği yaptı. Vaizlik imtihanına girdi, bu imtihanda yüksek başarı gösterdi. O yıllarda Ankara’ya vaiz atamıyorlardı. Fakat Hafız Rıza Çöllüoğlu’nu imtihandaki üstün başarısından dolayı 30.01.1954 tarihinde Ankara vaizi olarak atadılar. Bir süre cami görevlisi kontrol memurluğu da yaptı. Resmi vaizlik görevi yanında özel kadro ile Ankara Yenimahalle Cavuşoğlu Camiinde imam-hatiplik görevi yapmaya başladı. Bu görevini de uzun yıllar sürdürdü.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu vaaz ve dini irşat çalışmalarında başarılı olduğu kadar, imamet hizmetlerinde de üstün bir başarı sergiledi. İyi bir hafızdı. Sesi, Kur’an okuyuş üslubu ve Kur’an’ı Kerim’i kıraat usullerine göre okuma konusunda da üstün yeteneklere sahipti. Bu nedenle Ankara’nın sayılı Kur’an okuyucuları arasında sayılırdı.Hafız Rıza Çöllüoğlu, vatani görevini Ankara’da yaptı. Onu seven ve takdireden kumandanlarının da uygun görmesi ile dini hizmetlerine bu sürede de ara vermedi. Vatani görev dönemi çok rahat koşullar altında geçti.
 
 
Vaaz ve İrşat Hayatı
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu’nun en belirgin özelliği, vaaz ve dini irşat hayatı ile ortaya çıktı. Dini ilimler alanında yeterli bilgi donanımı vardı. Bilgisini daha da genişletmek için azimli ve kararlı idi. Konuşmalarında halkın bilgi düzeyine inmeyi başarı ile uygulardı. Bu nedenle cemaati ile arasında samimi bir diyalog hasıl olurdu. O bazen dini konuları çok sert bir üslupla vaaz kürsüsüne taşırdı. Fakat cemaatinin gönlü, onun sert sözleri ile yumuşardı. Cemaati arasında bazen Diyanet İşleri Başkanlığı merkez kuruluşunun büyük hocaları da bulunurdu. Onla Rıza Çöllüoğlu’nun vaazlarını beğeni ile izlerlerdi.
 
Türkiye’de vaaz üslubunu kimi şöhretli vaizlerin vaazlarında siyasi yorumlara konu olabilecek ifadelerin yer aldığı yıllarda, vaiz Rıza Çöllüoğlu’nun vaazlarından entelektüel denen çevreler de çok rahatsız olmazdı. Halbuki o, dini konuları en sert üslupla ve yüksek sesle vaaz kürsüsüne getirmekten asla çekinmezdi. Vaiz Rıza Çöllüoğlu, halkın isteği üzerine iki ramazan Ankara’nın Güdül İlçesinde de halka vaaz etti, mukabele okudu. Güdül halkının da sevgi ve saygısını kazandı.
 
Vaiz Rıza Çöllüoğlu, 1976 yılında resmi vaizlik görevini bıraktıktan sonra da vaaz ve irşat görevini uzun yıllar sürdürdü. O, vaaz ve irşat hayatını resmi ve maaşlı görevle sınırlı görmezdi. Çeşitli dini merasimlere ve özellikle cenaze merasimlerine, hacı uğurlamalarına, mevlit ve sünnet merasimlerine katılır, o ortamların imkanlarından yararlanarak vaaz ve irşat görevini yapardı. Bu tür merasimler vesilesi ile bir araya gelmiş topluluklar, onun konuşmalarını, dini konulardaki uyarılarını heyecanla ve zevkle izlerlerdi.
 
Rıza Çöllüoğlu, özellikle ifade etmek gerekirse popüler bir halk hatibi, halk önderi idi. Asla köşesine çekilmiş insanlardan değildi. Çok yüksek bir aktivite ile halkın tam içinde ve ortasında idi. Hafız Rıza Çöllüoğlu, meslek hayatının son yıllarında kendi ifadesi ile iki yıl kadar gezici vaizlik de yaptı. Bu görevle ülkemizin çeşitli illerini dolaştı. Gittiği yerlerde halka etkili konuşmalar yaptı.
 
 
Dini ve Milli Eğitim Hayatına Desteği
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, dini eğitime desteğini henüz 15-16 yaşlarında iken Çamlıdere’de hafız olduktan sonra, köyüne gelip köy bütçesinden ücretle köy imam-hatibi olarak göreve başladığı andan itibaren başlattı. Köyünde imam-hatiplik yaptığı sürece kendi köyü ile çevre köylerden gelip hafızlık yapmak isteyen öğrencilerine Kur’an’ı Kerim okutmaya ve hafızlığa çalışacak düzeyde Kur’an’ı Kerim’i okuma bilgisi olanları da hafızlık çalışması yaptırmaya başladı. Hafız Mustafa Sabri Mülkoğlu Korkmazlar köyünde oluşan hafızlık eğitimi çevresini ve ilk hafızlık hocası Rıza Çöllüoğlu’nun bu eğitime katkısını şöyle anlatıyor;
 
- Bizim Korkmazlar Köyü, Ankara-İstanbul yolu üzerinde olduğu için, çevre köylerin merkezi konumunda idi. Çevre köylerden Ankara veya İstanbul’a bir iş için gidecek olanlar, Korkmazlar köyüne gelir veya kendi köylerine dönecek olanlar, bizim Korkmazlar köyüne uğrayarak oradan kendi
köylerine dağılırlardı. Kış aylarında yollar kapanınca, çoğu zaman bizim köyün köy odasında misafir olurlardı. Zaman zaman köy odası dolar taşardı. Bizim köy ve çevre köylerde hiç hafız yoktu. Bu yöreden ilk kez Rıza Çöllüoğlu Hoca Çamlıdere’ye gitti ve hafız olarak köyüne döndü. Köy imamhatibi oldu, bizleri okutmaya başladı. Bizim köyümüz 30 haneli küçük bir köy olmasına rağmen, 5-6 hafız yetiştirdi. Gebeler köyünden, yayalar köyünden de pek çok arkadaşımız hafız olmuştur. Böylece bizim Korkmazlar köyü hafız yetiştirilmesinde de merkez konumu kazandı. Ben şu kanaate iyice vardım ki, bir yerde bir şeyin değişmesi, o yerde her şeyin değişmesine ve gelişmesine yol açıyor. Rıza Çöllüoğlu hocamız hafız olarak köyüne geldi ve ondan sonra bizim köyde ve çevresinde hafızlık kök salmaya başladı. Rıza Çöllüoğlu otoriter bir hoca idi. Öylesine bir uslupla ders anlatırdı ki, dağdaki çobanı getir, karşısına oturt, o çoban o dersi hemen anlar ve unutmaz. Rıza Hoca, derslerini karşısındakine anlatmak için onun seviyesine inmeyi çok iyi başarırdı. Ben hem onun ders vermesine, hem de Kur’an’ı Kerim okuyuşuna hayranım.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, dini eğitime desteğini, daha sonraki yıllarda İstanbul’da öğrenci iken de sürdürdü. O yıllarda kendisi üst seviyede dersler okurken, öğrendiklerini kendisinden alt seviyedekilere öğretiyordu. Bu tür öğretim çalışmaları Ankara’daki görevleri süresince de devam etti. Hafız Rıza Çöllüoğlu, eğitime desteğini kurumsal düzeye yükseltmek için yaptıklarını şöyle anlatıyor:
 
 
- 1954 yılında Ankara Vaizi olduktan sonra, Hafız Ali Güran ve Hafız Ali Osman Atakul ile bir hafızlık merasimi için Adapazarı’na gittik. Hafız Mehmet Eren, 40 kadar hafız yetiştirmişti. Onları gördük ve imrendik. Oradan İstanbul’a gittik, oradan Bursa’ya geçtik. Bursa’da arkadaşımız Hafız Harun ve İhsan’ın Kur’an kurslarında yatılı olarak çok iyi hafızlar yetiştirdiğini gördük. Bu çalışmaya da imrendik. Rahmetli Hafız Ali Güran’a; “Ali Efendi kardeşim, bizim başımız kel mi? Biz neden böyle bir çalışmayı Başkent Ankara’da gerçekleştirmiyoruz?” dedim. Karar verdik, Ankara’ya döner dönmez, Ankara Kur’an kursu öğrencilerini koruma derneğini kurduk. Bu dernek, Ankara’da uzun yıllar Kur’an öğrenimine hizmet etti. Ankara İmam-hatip Okulunun koruma ve barınmaya muhtaç öğrencilerini barındırdı. Halen de bu dernek Etimesgut İlçesi’nde başka bir ad altında çalışmalarını sürdürmektedir.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu’nun dini ve milli eğitime hizmet ve desteği, öncülüğünde Muradiye Eğitim ve Kültür Vakfı’nın kurulması ile büyük bir hız kazandı.Bu vakfın kurumsal şemsiyesi altında yatılı-gündüzlü Kur’an kursları faaliyete geçirildi. Ortaokul ve lise seviyesinde özel okullar açıldı. Gerek Kur’an kurslarının ve gerekse özel okulların bina, araç-gereç, öğrencilerin yeme-içme, barınma, beslenme gibi tüm maddi ihtiyaçlarının karşılanması Rıza Çöllüoğlu Hocanın omuzlarına bindi. O Müslüman halk ve özellikle hayırsever Kızılcahamam ve Çamlıdereli hemşehriler üzerindeki manevi otoritesi ile bu ağır yükün altından kalkmayı başardı. Bu yükü yıllarca omuzlarında taşıdı. Hala da taşımaya devam ediyor.
 
Rıza Çöllüoğlu, Muradiye Kültür ve Eğitim Vakfı’nı kurduktan sonra eğitimin toplum yaşamındaki yerini bir başka şekilde kavradı. Bu işin önemine bütün varlığı ile inandı. Tüm gücünü kullanarak bu çalışmalara kendini adadı. Bu çalışmalarda onun lokomotif görevi üstlenmesinde dini hayatın fert ve toplum yaşamı için lüzumuna samimiyetle inanmış olmasının ve kendisini dinamik hayatın içinde hissetmesinin ve aktif kişiliğinin önemli rolü oldu. Elbette köşesine çekilmeyi, halktan ve hayattan kopuk bir hayat sürdürmeyi yeğlemiş olsaydı, bu türden kaldırılması zor yüklerin altına girmeyi düşünemezdi. Yüce Allah, onun bu tür emeklerini lütfuyla karşılasın.
 
Tasavvufi ve Manevi Hayatı
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu çok çeşitli özellikleri olan bir kişiliktir. O, her şeyden önce iyi bir hafız, Kur’an’ı Kerim’in tamamını ezberinde bulunduran, iyi bir Kur’an okuyucusudur. İyi bir vaizdir. Bu yönleri ile Ankara ve çevresinde, hatta Türkiye genelinde tanınmıştır. O aynı zamanda zengin bir tasavvufi deneyime ve manevi kişiliğe sahiptir. Hafız Rıza Çöllüoğlu’nun tasavvufta önderi ve üstadı Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’dir. Hafız Rıza Çöllüoğlu, üstadı Mahmut Sami Ramazanoğlu’na bağlanışını anlatırken, Onun kendisi hakkında bir takım tasarruflarına şahit olmaktadır. O bunları şöyle anlatıyor:
 
- Ben Mahmut Sami Ramazanoğlu’na intisap ettiğimde, üstadın Ankara’daaz sayıda mensubu vardı. Benim intisabımdan sonra bana olan güven nedeniyle istek çoğaldı. Ben emekli olduktan sonra Sami Efendi Hazretlerine gittim. Görüşme sırasında bana: “Rıza Efendi evladım, hafızları başına tac et, hafızı her zaman başköşeye oturt. Zamanımızda vaaz etmek çok zordur. Hakkı söylersin, başına gelmedik kalmaz, söylememek de olmaz.Yumuşatarak söyle ve 45 dakikadan fazla konuşma. İnsanın alma gücü bu kadardır.” buyurarak mesleğimde yumuşak sözlü davranmanın gerekli olduğunu anlatmak istemişlerdir.
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu’nun tasavvufi ve manevi hayatı bilgiye dayanır, duygusal değildir. Onun tasavvufi ve manevi hayatı, bilimi, aklı ve hayat gerçeklerini reddetmez. Dini bilimlerde yeterli olmayan kişilerin “ŞEYH” adı ile ortaya çıkıp, çevrelerinde bir takım cahil adamları toplamasını uygun görmez. Onun tasavvuf anlayışı, Kur’an’ı Kerim’e ve Peygamberimizin sünnetine uygun bir tasavvuf anlayışıdır. Bu konuda şunları söylüyor:
 
- Tasavvufu kitap ve sünnetin dışına çıkarırsan ölünceye kadar bulamazsın. Tasavvuf 50 metrelik bir yolun tam ortasından yürümek gibidir. Bu gün tasavvuf yaşıyorum” diyenlerin çoğu uçurumlarda geziyor. Tasavvuf, kitap ve sünnetin ortasında olmaktır. Tasavvuf dinin koyduğu kuralları eksiksiz yaşamaktır. Günümüzde bir takım tasavvufi akımlar, dini kurallara uygun düşmeyen karmakarışık işler yapıyorlar. Halbuki tasavvuf hal bilgisidir. Sözden daha çok hali ortaya çıkarmaktır. Eğer Sami Efendi Hazretleri olmasaydı ben tasavvufun karşısında olurdum. Okuduklarımla yetinseydim “aman sende” derdim. Hafız Rıza Çöllüoğlu mutaassıp değildir. Düşünceleri bilimsel gerçeklere ve aklın gösterdiklerine de açıktır. Dinin fert ve toplum hayatının tam içinde ve ortasında olması gerektiğine inanmaktadır. Onun bu konudaki görüşlerini ünlü Mısırlı din bilgini ABDUH ile ilgi sözlerinde bulmak mümkündür. ABDUH, İslam dünyasının çoğu bilimsel çevrelerinde “reformcu” ve hatta din dışı düşüncelerin sahibi olarak tanıtılır. Rıza Çöllüoğlu aynı görüşte değildir. Rıza Çöllüoğlu’nun akademik bir resmi kariyeri yoktur, ilkokulu dahi dışarıdan sınavla bitirmiştir. Fakat gördüğü özel eğitimler itibariyle müderris ve profesör bilimsel niteliklerini çoktan kazanmıştır. O bu dini bilgileri ile Muhammet Abduh’u değerlendirmekte ve şöyle demektedir:
 
- Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri; “Muhammed Abduh’un ibadetine dokunmayın, inancında dikkatli olun” demiş. Ama ben her şeye rağmen Abduh’u severim. Abduh şöyle diyor; “Ben İslam dünyasındaki hastalığın cerahatini temizledim. Gazlı bez alıp yarayı saracağım zaman bazı İslam bilginleri çıkarıp kirli sarıklarını sardılar ve yarayı kangrene çevirdiler.Yasaklardan İslam’ı yaşanır hale getirmemiz lazım. Eğer İslam’ı toplum yaşamımızdan çıkarmak için uğraşırsanız, bohçalar içinde size geri verirler.”
 
Ben Abduh’un hayatı ile ilgili bir filmi Kuveyt’te izledim. Çok güzel çekmişler. O düşünceleri nedeniyle hapislerde yatmış, İslam’ın başarısı için ne sıkıntılar çekmiş. Hafız Rıza Çöllüoğlu tasavvufla ilgili görüşlerini şöyle özetliyor:
 
- İslam iki yönden yara almıştır. Birincisi yanlış anlaşılan tasavvufun kapıyı aralayıp İslam’ın içine girmesi. Kapıyı aralayan girmiş. Dini hayatı sadece ruhi ve manevi alana hapsetmişler. Maddesi olmayanın manası olur mu? Mana hayatın içi ise madde de hayatın dışıdır. Cevizin dışını yok sayarsan, içini yiyemezsin. İkincisi de mevzu hadislerdir.
 
Üstad Said’i Nursi İle Görüşmesi
 
Üstad Bediüzzaman Said’i Nursi Hazretleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında yetişen büyük bilginlerdendir. Kendisinin etkileri cumhuriyet tarihi boyunca da Türkiye’de sürüp gitmiştir. Halen ülkemizde dindar ve muhafazakar çevrelerde etkisini ve saygınlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. “NUR KÜLLİYATI” olan ünlü eserleri günümüzde de canlılığını korumaktadır.
Hafız Rıza Çöllüoğlu, Üstad Bediüzzaman Said Nursi ile görüşmesini ve Nur hareketinin Türk toplumu üzerindeki etkilerini şöyle anlatıyor:
 
- Yuva hatibi Mehmet Ali Bilgin Hocaefendi ile birlikte Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini Emirdağ’da ziyaret ettik. Odasında yatmak için bir ranzası vardı. Eğe tahtasından bir masa, üstünde bir Kur’an’ı Kerim bulunuyordu. Karşısında da bir portakal sandığı vardı. Kim gelirse oraya oturacaktı. Odada bir ibrik, bir de leğeni vardı.
 
Ben bir rüya görmüştüm. Peygamberimiz (sav) yüksekçe bir yerde oturuyordu. Bediüzzaman önde, onun arkasında Yuva hatibi Mehmet Ali Bilgin Hoca boyunları bükük ayakta duruyorlardı. Ben halimi Peygamberimize (sav) arz etmekte iken, Sevgili Peygamberimiz (sav) bana Bediüzzaman’ı işaret ederek
“Benim yeryüzünde vekilim budur, ona müracaat et.” dedi. Bu sözleri ile Üstad Bediüzzaman’ı işaret ediyordu.
 
Ben bu rüyamı anlatınca Üstad Bediüzzaman çok heyecanlandı. Ayağa kalktı, ağladı ve “Ben o değilim, Risale’i Nur’un manevi şahsiyetidir.” dedi. Beni kucakladı, alnımdan öptü ve “seni kardeşliğe kabul ediyorum” dedi.
 
Said’i Nursi’yi çok severim. Fakat hizmet edemedim. Çok kitaplarını okudum ve dini hizmet mesleğinde onun kitaplarından çok yararlandım.
 
Birgün rüyamda berrak bir suyu akar gördüm. “Bu su nereye gidiyor?” dedim. “Bediüzzaman’a gidiyor” dediler. Bediüzzaman büyük insandı. Saygıdeğer bir insandı. O her zaman bir ışıktır. Alabilirsen bir şeyler al.
 
Evliliği ve Çocukları
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu, Fatih Camii müezzini iken mahallenin genç kızlarından, Fatih Camii cemaatinden Halil Efendi’nin kızı Nihal Hanımla 29.04.1949 tarihinde evlendi. Nihal Hanımla uzun ve mutlu bir ömür yaşadılar. Nihal Hanım 2007 yılında vefat etti.Bu evlilikten Hüseyin, Saim, Mustafa, Sami isimli oğulları ile Zehra isimli kızları dünyaya geldi. Çocukları halen hayattadır. 1950 yılında doğan Zekai isimli oğulları çocukken vefat etti. 2008 yılında ikinci evliliğini yaptı. Allah her ikisini de mutlu etsin.
 
Emekliliği
 
Hafız Rıza Çöllüoğlu 6.7.1976 tarihinde Ankara Merkez Vaizi iken emekli oldu. Zamanın Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Tayyar Altıkulaç, onun emekliliğini onaylamak istemedi. Uzunca bir süre emeklilik talebini bekletti. Rıza Çöllüoğlu , Tayyar Altıkulaç’ı Fatih Camii müezzinliğinden beri tanıyordu. Makamına çıktı, emekliliğinin onaylanmasında ısrar etti.
“Ben 28 sene devletten maaş alarak hizmet ettim. 28 sene de maaşsız, herhangi bir ücret almadan dini hizmette bulunmak istiyorum? dedi. Bunun üzerine Tayyar Altıkulaç, Rıza Çöllüoğlu’nun emeklilik isteğini kabul etti. Kendi ifadesine göre emekli olduktan sonra 30 yılı aşkın hizmet yaptı. Halen hizmetlerini sürdürmeye devam devam etmektedir. Yüce Allah ömrünü uzun etsin, dini hizmetlere devamını sağlasın. Amin.
 
Kardeşi Hafız Kamil Çöllüoğlu, ağabeyi Rıza Çöllüoğlu’nu şöyle değerlendiriyor:
 
- Ağabeyim Rıza Çöllüoğlu, Çamlıdere’de hıfzını tamamlayıp, köyümüze döndüğü zaman, 15-16 yaşlarında bir gençti. Bende 10-11 yaşlarındaydım. Benim yaşımdaki çocukları “çocuğun odada ne iş var?” diyerek köyde odaya sokmazlardı. Ama, Rıza Hoca’yı odanın baş köşesine oturturlardı. Çok güzel sesi vardı. 15-16 yaşlarında olmasına rağmen, 40 yaşındaki adamlarla arkadaşlık yapardı ve onlardan bilgilerini almaya çalışırdı. Rıza Çöllüoğlu Hoca, bir Cuma vaazı için 3 gün sabahlara kadar odaya kapanır, çalışırdı. Kendisi, bütün hayatı boyunca hem okumuş ve hem de okutmuştur. Hiçbir zaman dinleyici olmamıştır. Yenimahalle Çavuşoğlu Camii’nde özel imamdı. Orada 1976 senesine kadar 20 yıl imamlık yaptı. O yıllar boyunca cami bodrumuna girer, yüzünü duvara döner, hafızlığını
sağlamlamak için çalışırdı. Yıllarca mukabele okudu. 1977 yılından sonra her yıl Mekke’ye gitti. Her gün bir hatim yaparak hafızlığını kuvvetlendirdi.
 
 Rıza Çöllüoğlu’nun ünü Türkiye içindeki ve dışındaki Müslümanlar arasında yaygındır. Türkiye Müslümanları onu bir dini hizmet mesleği adamı olarak otorite kabul etmişler ve saygı duymuşlardır. Rıza Çöllüoğlu’nunbaşarısında rahmetli eşi Nihal Hanımın büyük katkısı olmuştur. Onun desteği ve yardımı olmasaydı, bu günkü başarısına ulaşamazdı. Birsüre önce eşi Nihal Hanımın vefatı, onun hayli sıkıntılı günler yaşamasına neden oldu.
 
 


 
 
 
Yöremizin yetiştirdiği mümtaz şahsiyet   
HAFIZ RIZA ÇÖLLÜOĞLU HOCAEFENDİ
(Rıza ÇÖLLÜOĞLU Hocaefendi ile yapılan bir söyleşiden alınmıştır)
 
Yöremizin yetiştirdiği mümtaz şahsiyet RIZA ÇÖLLÜOĞLU
 
Kemal GÜRAN: Bugün, Kızılcahamam, Çamlıdere yöresinin yetiştirdiği değerli hocamız Rıza Çöllüoğlu ile mülakat yapacağız. Değerli hocam, önce çocukluk yıllarınızdan başlayalım isterseniz; doğum tarihiniz, doğum yeriniz, anneniz, babanız ve kardeşleriniz hakkında bizi aydınlatmanızı rica edeceğim?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Bu fakir 1928 doğumlu ama ağabeyim Mehmet Çöllüoğlu 1927 doğumlu olduğumu söylerdi. (Kızılcahamam'ın Korkmazlar köyü) Mehmet Karataş (merhum Ramazan Hoca'nın babası) köyümüzde bizim hocamızdı, bizim uzaktan da olsa akrabamız olurdu. Zeki bir insandı. Bu fakire 6 yaşında Kur'an'ı hatmettirdi.
 
Kemal GÜRAN: O zaman köyünüz kaç haneydi?
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Aşağı yukarı 30 hane.
 
Kemal GÜRAN: Okuyan kaç öğrenci vardı?
Rız a ÇÖLLÜOĞLU: 15-20 kadar öğrenciydi, kız çocukları da var tabii. Ben 3-4 sene kış mevsimlerinde köy hocasında okudum. Biz kalabalık bir aile idik hoca efendi. Babam Hüseyin Çöllüoğlu, Annem Zeliha Çöllüoğlu, 4 oğlan, 3 kız olmak üzere 7 kardeş, kalabalık bir aile idik. Babam rençperlik yapardı, hiçbir şeyi yoktu. Fakat cesur, çalışkan adamdı, bizi hiç kimseye muhtaç etmedi. Mesela bir Reşat altını 5 Lira iken, ben Çamlıdere'de kalırken okuduğum eve 12 Lira para öderdi. Nasıl öderdi, ne olurdu bilmem. Aylık 12 Lira çok korkunç bir şey. 1939 kış mevsimi 11. ayında olmalı, ilk kar yağmıştı. Çamlıdere'den Manifaturacı Kel Ahmet derlerdi, iyi bir insandı. Benim okumama o sebep oldu. Hafız Halil Efendi'ye o götürdü beni. Bir cuma günü, bir merkebe nevale koyduk. Hoca efendiyi gördük, Hacı Ahmet, Halil Hoca'ya dedi ki, “sana sesi güzel fevkalade bir öğrenci getirdim.” Hafız Halil Efendi, “böyle uçuruyorsunuz, kaçırıyorsunuz fakat o kadar da fevkalade çıkmıyor, bir hafta deneriz, eğer bir şey görürsek durur, yoksa elini öper” dedi. Babam da köylü adam, “hocam siz okutun da biz sizi memnun ederiz” dedi. Hafız Halil Efendi de biraz gülümsedi, “Çamlıdere beni memnun edemiyor da Hüseyin Ağa sen mi beni memnun edeceksin?” dedi.

Kemal GÜRAN: Halil Efendi dediğiniz Halil Okur mu?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Evet. Halil Efendi, çok sert bir adamdı. Atatürk vefat etmiş, İsmet Paşa Reis-i Cumhur olmuş, bizim köyün yolundan geçecek diye beklediler. O küçük odada anlatıyorduk, Hoca Efendi çıktı geldi, şimdi İsmet Paşanın nasıl geldiğini ben size anlatırım dedi, eline bir demir aldı, bizim hepimizi pırasa doğrar gibi doğradı. Amma sert adamdı, makamı nur olsun.

Kemal GÜRAN: Söz buraya gelmişken, Halil Efendinin, doğumu, tahsili, imamlığı, hafızlığı ve belediye başkanlığı hakkında bizi biraz aydınlatır mısınız?
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Hoca Efendi 500 hanelik köyün imamıydı. Hanımı Nezih Hanım derlerdi çok titiz bir kadındı. Allah makamını nur etsin asaletli bir hanımdı. Hoca Efendi resmen Belediye Reisiydi. Belediye reisi olarak da öldü. Hoca Efendi ilmi vakarını hiçbir zaman zedelemedi. Bizim orada okumamız tabii biraz da cesaret işi, orası nahiye. Hoca Efendiyi Nevzat Tandoğan severmiş. Nasıl severse herhalde bir yerde okuttu ve beğenmiş olmalı. Biz orada iken Nevzat Tandoğan sırf Hoca Efendiyi ziyaret için geldi. Vali Hocayı sevince ötekilerin de ağızları tutuldu.
 
Kemal GÜRAN: Hacı Vasıf Efendi sağ mıydı sizin zamanınızda?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Vefat etmişti. Hacı Vasıf Efendi, “ilmi teşbih gerekirse İmam-ı Azam bir kazan suyu içmiş, biz kazan tangırtısı ile geziyoruz” dermiş, çok değerli bir insanmış. Kızılcahamam kaza olunca onu müftü olarak tayin etmek istemişler. “Ben onların istediği gibi bir müftü olmam, benim istediğimi de onlar kabul etmez” diyor. “Bu kirli sarığın yanından ayrılmam, Rab benim canımı alsa da” diyor, kabul etmiyor. Kitaplarından bazılarını bana verdiler. İyi bir alimmiş. Bir zat-ı muhterem vardı, “Yetimin Hüseyin” derlerdi, bana dedi ki, “evladım sen buradan git, sen kışın uzun uzun ezan okursun, sesin güzel dedi. Kalırsan babanın yanında çift sürersin hiçbir işe yaramazsın dedi. Ben de “ne yapayım amca?” dedim. “İstanbul'a git” dedi. O gece nüfus kâğıdını gizlice evden aldım. Ertesi gün 1946'da Ankara'ya geldik, Ankara'da istasyonda trene binmeyi de bilmiyoruz, köy çocuğuyuz. Ahmet Nazif Efendi, “hafız mısın sen?” dedi. Güdüllüymüş. “Senin biletini alıvereyim ben” dedi. Beraber bindik. İstanbul'a varınca Karaköy'de indik, dedi ki, “şu camii senin hocanın camisi.” Nur-u Osmaniye Camii, camii hocası Ramazan bayram tatiline Balıkesir'e gitmiş, 3,5 gün gelmedi. Hilmi Efendi'de okudum ben, Hilmi Tunus'da 10 gün okudum. Onu bıraktım Akkuş'a gittik. Hasan Akkuş geldi, Mahmudiye Oteli'nde kalıyoruz. Sipahi Palas'ın orada, Nur-u Osmaniye'de.

Kemal GÜRAN: Nasıl kalıyorsunuz?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: 30 lira para buldum, para bitiyor. Her gün bir lira, Allah koruyunca koruyor. Hasan Akkuş Hoca Efendi geldi, “Sen kimsin?”dedi. “Ben Kızılcahamamlıyım” dedim. “Niye geldin buraya?” dedi. “Okumaya” dedim. “Kim dedi sana buraya gel diye?” dedi. “Kendim geldim” dedim. “Ne halin varsa gör” dedi. Camiinin kubbesi tepeme yıkılıverdi. Para yok, bir şey yok. Ama azmettik. Ben “ya okurum, ya da ölürüm, okumadan gitmem” dedim. Çünkü imamlık da yaptım ya, giderim Trakya'da imamlık yaparım gelirim okurum. Azim çok mühim, Atikali'nin müezzini okuyormuş hocada; “buraya boşa gelip durma, bu hem okusun, hem de senin camide yatsın” dedi. Ali Osman Atakul bize destek oldu o zaman, Marputçular'da müezzindi. Kur'an-ı Kerimi 11. aydan, 3. aya kadar, tamamen okudum bitirdim. Mayıs ayında cemiyet oldu herkes belgeyi aldı gitti. Beyazıt'a naklettik müezzinliği, evvela Nur-u Osmaniye'de 17 yaşında müezzin oldum. 80 kişi imtihana girdik, imtihan kitabını ezberledim, birinci olmuşum ben. Şef İbrahim Efendi geldi sert bir adamdı. “Çöllü, sen birinci olmuşsun, nereyi istersin, kanunda bu var” dedi. Ben Nur-u Osmaniye'yi isterim dedim. Nur-u Osmaniye'de vekâleten 6 ay müezzinlik yaptım, Ali Osman'a “gel sen de yat burada” dedim, üst kata çıktık, ondan sonra asıl imtihan oldu, gene birinci oldum ben.
 
Kemal GÜRAN: Ne kadar maaş alıyordunuz?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Ben vekil olduğum zaman altı buçuk lira aldım. Beyazıt'ta asil olunca on iki lira aldım.
Kemal GÜRAN: Fatih Camii'nde de müezzinlik yaptınız mı?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: 1946'dan 1949'un sonuna kadar orada kaldım ben. 1949'un sonunda askerliğimiz geliyor diye Ankara'ya geldik. İstanbul böylelikle kapanmış oldu.
 
 
 
 
Kemal GÜRAN: Evlilik ne zaman oldu?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Bizim kayınpeder Bursalıdır. Fatih Camii'ne geldim, askerlik şubesinin yanında bir kulübesi vardı. Bizim Refika da o zaman, camiinin cemaatindendi. Cemaatten olunca gelip giderken görürdüm. Tanıdığım bir hanımın vasıtası ile istettik.1949'un son ayında evlendik.  Ankara'dan askerliğe gittim daha sonra tekrar Ankara'ya geldim. Hava kuvvetlerinin oradaki camide imamdım, tam iki yıl Arapça okudum askerde. Garnizon komutanı iyi komutandı, bana bir belge verdi, bu askere kimse dokunmaz diye, serbest. Camiinin de imamıydım. Orada ben Arapça okuttum, bazıları müftü oldular. 1953'ün sonunda murakıplıktan sonra vaiz oldum. Yuva Hatibinden çok istifade ettik biz, okumadık ama beni çok severdi. Ben de ona saygıda kusur etmezdim. Yuva Hatibi ile birlikte Üstat Bediüzzaman Sait Nursi´yi Emirdağ'ında ziyaret ettik.
 
Kemal GÜRAN: Bu ziyareti anlatır mısınız?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Denizlili Ahmet Nazif ile beraber gittik. Mahmudiye üzerinden gittik, Hatip Hoca gitti, bir saat kaldı, ben de yarım saat kaldım. Gözetim altında ahşap binada, jandarma önden gidiyor biz arkadan gittik.
 
Kemal GÜRAN: Üstat ile görüşmenizde neye şahit oldunuz hocam?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Bir ranzası var, Ege tahtasından bir masa, bir Kur'an-ı Kerim var, karşısında da bir portakal sandığı var, kim gelirse oraya oturtacak, bir ibrik, bir de leğeni var. Ben bir rüya görmüştüm, onu artık burada söyleyebilirim, ben bir hastalık geçirdim, zehirlenme oldu. Yuva Hatibi dedi ki, “tıbba yöneldin evladım, biraz da maneviyata yönelsen” dedi. O gece rüyamda Cihanın Efendisini gördüm: Sahne gibi yüksek bir yerde, orada oturuyordu, Bediüzzaman önde, onun arkasında Yuva Hatibi şöyle boynu bükük. Bu rüya tabii, esbap ilminden değildi. Sahibine işaret olabilir ve Peygamber Efendimiz, “Benim yeryüzünde vekilim budur, buna müracaat et” dedi. Bediüzzaman'a bunu söyleyince Bediüzzaman allak bullak oldu. Kalktı, heyecanlandı, ağladı. “Ben o değilim” dedi, “Risale-i Nur'un şahsı manevisidir” dedi. Kucakladı beni, alnımdan öptü, seni kardeşliğe kabul ediyorum dedi. Severiz de hizmet edemedik. Çok kitaplarını okudum. Bir gün rüyamda; bir su akıyor, değirmen var, “bu nereye gidiyor?” dedim, Bedüizzaman'a gidiyor! Bediüzzaman büyük adamdı, saygıdeğer bir insan. Bediüzzaman her zaman için ışıktır, alabilirsen al bir şeyler. O ehl-i tariktir aynı zamanda, Nakşî'dir.
 
Kemal GÜRAN: Peki, hocam gelelim emekliliğe, emeklilik kaçta oldu?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: 1976'da Ankara vaizi olarak emekli oldum.
 
Kemal GÜRAN: Sizin emekli olduktan sonra ortaya koyduğunuz en yüksek performans bu Muradiye Vakfı çalışmaları ile ilgili, şu anda kaç tane Kur'an kursu ve kaç okulu var Muradiye Vakfının?
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Pek bilemeyeceğim, bir ara 28 Şubat'tan önce 40 Kız Kur'an kursumuz vardı. Bunların 18-20'si kapandı, bunların mali olanakları Vakıftan değil de bu fakir bunların hepsine koşar. Bu günün kızı yarının annesi olacak bunları ele alalım. Okullarımız da epey var.
 
Kemal GÜRAN: Hocam sizin tasavvufî hayatınız da var, bize de biraz aydınlık olur, bu konuda gerek tecrübeniz ve yaşantınız gerekse kanaatlerinizi az çok söylediniz de daha çok yaşantı ile ilgili konularda sır olmayan taraflarıyla bizi aydınlatırsanız memnun oluruz.
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Kemal Hocam, tasavvufu kitap ve sünnetin dışına çıkarır bir yere alırsan ölünceye kadar bulamazsın. Tasavvuf 50 metrelik bir yolun tam ortasından yürümek gibidir. Bu gün tasavvufu yaşayalım diyenlerin çoğu uçurumlarda geziyor, kadınla, kızla, şununla bununla. Tasavvuf kitap ve sünnetin ortasında olmaktır. Tasavvuf, fiilen yaşamaktır. Sonra Sami Efendi Hazretleri içine kapalı bir insandı, dışına yönelik değildi, mesela zikr-i cehrî hiç yaptırmazdı. Böyle bağırma, çağırma, bunlar yok. Kadından bizim Türkiye'de ve Dünya'da nakşî tarikatında hiç halife yoktur, dedi. Şimdi işler karmakarışık gidiyor. Eğer Sami Efendi Hazretleri olmasaydı bu fakir, ben tasavvufun aleyhinde bir adamdım. Okuduklarıma “aman sen de” derdim. Bir gün rüyamda, Kızılcahamam'a gelmiş, Camiinin içinde hizmet edeceğim, diyorum ki, “Efendim bu gün öğle yemeğini bizde yiyelim.” “Mevlit parası ile mi yiyeceğiz” diyor. Ondan sonra bitti o iş. Sami Efendi kesinlikle tasavvuf ehliydi. Herkes bilmezdi, pek çok yaşadığımız anı var. Sami Efendi Hazretleri saat 12'de yatar, 02:30'da kalkardı. “Az yiyin, az yiyin” derdi, hiçbir sohbetinde bunu ihmal etmezdi. Erenköy'de oturur, bilet vereceği zaman “kaç kuruş bilet?” 50 kuruş, elli kuruşu verir, 1 lirayı vermez, neden? Milleti meşgul etmeyelim diye. Sami Efendi gönül ehliydi. Bir gün hanımla aramız açıldı, Kâbe'deyiz ve birbirimize küsüz, ikimizin de rüyasına girdi ve “hoş geldiniz” dedi. İkimiz de o gün akşama kadar ağladık, neden, nefis hırçın. Onu görünce nefis aldı başını gitti. Öyle acayip insandı, makamı nur olsun, ruhu şad olsun.
 
Kemal GÜRAN: Hocam, çoluk çocuk ne kaldı geride, tespit edelim.
 
Rıza ÇÖLLÜOĞLU: Ankara'ya 1950'de geldim Zekai isminde oğlumuz oldu, ben hava kuvvetlerinde askerken öldü. Ondan sonra 4 sene çocuğumuz olmadı. Hayli sıkıntılı günler geçti. Ondan sonra Cenab-ı Hak Hüseyin'i verdi.. Hüseyin Avni'dir, (4 sene sonra Avni ilahiyle oldu diye) babamın adı Hüseyin, Avni'nin manası Allah'ın yardımı ile, Saim ramazanda olduğu için adını Saim verdik. Mustafa recep ayında olduğu için Mustafa Recep adını verdik Teyzemizi çok severdik, kızımıza da Zehra adını verdik, o da evli 4 çocuğu var. Sami'ye de, Sami Efendi Hazretlerinin adını verdik.

Kaynak. http://www.esyav.com/ESYAVbulteni/2009mart-nisan/rizacolluoglu.html   sitesinden alınmıştır.

Yorumlar - Yorum Yaz
@

NİYET HAYIR AKIBET HAYIR


Hava Nasıl Olacak
Takvim
Üyelik Girişi